Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya tarafından hazırlanan ‘Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası' başlıklı raporun ikinci baskısı 12 Mayıs 2014 tarihinde tüm yükseköğretim camiası ve kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Yükseköğretim sistemimizin her bakımdan yeniden yapılandırılması ihtiyacına vurgu yapılan raporda, Türkiye'nin 2023 hedefleri ve küresel dinamikler ışığında yükseköğretim sisteminin odaklanması ve politika geliştirilmesi gereken üç temel stratejik alan olarak,nicel büyümeden nitelikli büyümeye geçiş,akademik insan kaynağının geliştirilmesi ve uluslararasılaşmabaşlıkları göze çarpmaktadır. Bütün bu stratejik çalışma alanlarının ortak paydası ise, eğitim-öğretim, araştırma, topluma katkı ve yönetim süreçlerinde kalite odaklı bir yükseköğretim sistemini inşa etmektir.
I. NİCEL BÜYÜMEDEN NİTELİKLİ BÜYÜMEYE GEÇİŞ
Rapora göre Türkiye yükseköğretim sisteminde son otuz yılda olağanüstü bir büyüme söz konusudur. Bu büyüme sonucunda, 1995 yılında % 9 olan yükseköğretim net okullaşma oranı 2013 itibariyle % 40'a ulaşmıştır. 1980'de % 6 civarında olan Yükseköğretim brüt okullaşma oranı ise 2013 itibariyle resmi istatistiklerde % 75'e ulaşmış olup, 2014 itibariyle % 80'i aşacağı tahmin edilmektedir. Uluslararası karşılaştırmalar yapıldığında, Türkiye'nin son on yılda yükseköğretimde önemli bir niceliksel büyüme ve genişleme sağladığı, Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin yükseköğretim okullaşma oranlarını yakaladığı görülmektedir.
Raporda Türkiye ile bazı ülkelerin yükseköğretim öğrenci sayıları karşılaştırılmakta, benzer nüfus ölçeklerine sahip ülkeler arasında Türkiye'nin yükseköğretim alanında en büyükler arasında yer aldığı belirtilmektedir. Büyüme oranları % 100'ün üzerinde gerçekleşen Çin, Bangladeş, İran, Brezilya, Hindistan gibi ülkelerin ardından Türkiye'nin geldiği, % 121 büyüme ile bu ülkelerin ardından en hızlı büyüyen ülkeler arasında bulunduğu tespitine yer verilmektedir. 2010'da (açıköğretim dâhil) 3,5 milyon, 2013'te 4,9 milyon, 2014'te ise 5,5 milyon yükseköğretim öğrenci sayısına ulaşıldığı düşünüldüğünde, Türkiye'nin tüm dünyada –ABD ve Çin gibi kıtasal ölçekteki ülkeler dışarıda tutulursa– en yüksek kapasiteye sahip ülkelerden biri haline geldiği görülmektedir. Raporda Türkiye'nin demografik eğilimleri ve küresel dinamikler nedeniyle büyümenin devam etmesi gerektiği vurgulanarak, nedenleri şöyle açıklanmaktadır:
‘Türkiye'deki bu büyüme eğiliminin; Türkiye'nin demografik yapısı, her seviyede artan okullaşma oranları, zorunlu hale gelen 12 yıllık eğitim, küresel sosyo-ekonomik dinamikler ve gittikçe daha fazla uluslararasılaşan yükseköğretim dünyası dikkate alındığında önümüzdeki yıllarda da devam edeceği görülmektedir. Önümüzdeki otuz yıllık dönemde Türkiye'nin demografik yapısına ilişkin projeksiyonlar incelendiğinde, Türkiye yükseköğretiminin büyüme kapasitesini henüz doldurmadığı görülmektedir. Türkiye'nin yükseköğretim çağ nüfusunun 2050'lere kadar, en az otuz yıl süreyle kararlı bir seviyede, önce 1 milyon 250 bin, 2050'lerden sonra ise 1 milyon seviyelerinde kalmaya devam edeceği görülmektedir. 12 yıllık zorunlu eğitim nedeniyle 2016 yılından sonra her yıl liseden mezun olan öğrenci sayısı bugünkü 850 bin düzeyinden 1 milyon 200 bin düzeyine yaklaşacaktır. Böylece, daha fazla sayıda ortaöğretim mezununun üniversite giriş sistemine başvuracağı dikkate alındığında, yükseköğretime olan talebin daha fazla artacağı görülmektedir. Bu sebeple de Türkiye'nin yükseköğretimde büyüme gereksinimi devam edecektir. Yükseköğretim dünyasındaki diğer güncel eğilimlerden ve hayat boyu öğrenim gibi küresel dinamiklerden kaynaklanan nedenlerle de büyüme baskısının devam edeceği görülmektedir.'
Sonuç olarak, son on yılda olağanüstü büyüyen Türkiye yükseköğretim sistemi, ülkenin demografik yapısı ve küresel dinamikler nedenleriyle büyümeye devam etmeli, ama bu büyüme mevcut sistem kalite süreçleriyle bütünleştirilerek, ve özellikle yüzyüze ve uzaktan eğitim programları öncelenerek gerçekleşmelidir. Raporda, Yükseköğretim Kurulunun Nisan 2014 verilerine dayandırılarak, Türkiye yükseköğretim kurumlarında eğitim görmekte olan yaklaşık 5,5 milyon öğrenciden, 1 milyon 750 bininin ön lisans (% 32), 3 milyon 370 bininin lisans (% 62), 329 bininin ise lisansüstü (% 6) programlarda yer aldığı; bu öğrencilerin, yaklaşık 2 milyon 206 bininin birinci öğretim (% 40.5), 654 bininin ikinci öğretim (% 12), 2 milyon 545 bininin açıköğretim (% 46.7) ve 44 bininin (% 0.8) ise uzaktan öğretim programlarında kayıtlı olduğu belirtilmektedir.
Raporda, yükseköğretime erişimi artırmak için kurulan bir yapı olan açıköğretim sisteminin, son otuz yılda program sayısını ve eğitim türlerini çeşitlendirdiği ve hızla büyüdüğü tespitine ve şu rakamlara yer verilmektedir: ‘Açıköğretim sisteminde 1982 yılında 26.626 öğrenci varken, öğrenci sayısı gittikçe büyüyerek 1990'da 250.000'e, 1995'te 620.000'e, 2005'te 950.000'e ve 2014'te 2 milyon 545 bine çıkmıştır.' Toplam kontenjan içindeki payı % 40'lardan %24'e gerilerken, açıköğretimdeki öğrenci sayısının toplam öğrenci sayısı içindeki payının sürekli büyümesinin sebeplerinden biri, 2011'de çıkarılan 6111 sayılı kanunla birlikte getirilen düzenleme sonucu öğrencilik statüsünün süresiz devam edebilmesidir. Nitekim, açıköğretim programlarına kayıtlı olduğu halde kayıt yenilememe veya kayıt dondurma gibi farklı nedenlerle aktif kayıtlı olmayan çok yüksek sayıda, yaklaşık bir milyon (toplam açıköğretim öğrencileri arasında % 40'lar seviyesinde) öğrenci bulunması (bu konunun yüzyüze eğitimdeki benzer yansımaları da düşünüldüğünde) sistemin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Yükseköğretim temel göstergelerine bakıldığında, açıköğretim ve ikinci öğretim gibi, yüz yüze birinci öğretime alternatif yaklaşımların Türkiye yükseköğretim sistemi içinde, önemli bir ağırlığı vardır. Her halükarda, toplam yükseköğretim öğrenci sayısının % 47'sinin açıköğretimde kayıtlı olması, diğer OECD ülkelerine göre oldukça yüksek bir orandır. Bu oranı dünya ortalamalarına, en azından % 15-20'lere çekebilmek için kısa ve uzun vadeli politikalar geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Alternatif olarak, önümüzdeki on yılda uzaktan öğretim ve yüzyüze eğitimin payını arttıracak politikalar geliştirilmelidir.
II. AKADEMİK İNSAN KAYNAĞININ GELİŞTİRİLMESİ
‘Akademik insan kaynağı' raporda bir diğer öncelikli politika geliştirilmesi gereken temel stratejik alan olarak yer almakta ve mevcut duruma ilişkin şu verilere yer verilmektedir: ‘Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarında 1982'de yaklaşık 22 bin, 1992'de 38 bin, 2002'de 76 bin öğretim elemanı bulunmakta iken, bu sayı 2013'de 133 bine ulaşmıştır. Yükseköğretim Kurulunun Nisan 2014 verilerine göre ise, 141.674 öğretim elemanı bulunmaktadır. Bu sayının 19.877'si profesör, 12.634'ü doçent, 30.750'si yardımcı doçent, 44.440'ı araştırma görevlisi, 20.325'i öğretim görevlisi, 9.942'si okutman, geriye kalan 3.696'sı ise uzman ve diğer öğretim elemanı kadrolarında çalışmaktadır. Öğretim üyelerinin tüm öğretim elemanları içindeki payı % 45'tir.
1980'li yılların başından itibaren Türkiye'de hem öğretim üyesi hem de öğretim elemanı sayılarında görülen önemli artışlara rağmen, bu artış oranı öğrenci sayılarında gerçekleşen artış oranının altında kalmıştır. Ulusal ve uluslararası veriler değerlendirildiğinde, Türkiye yükseköğretim sisteminin önemli bir öğretim elemanı açığı bulunmaktadır. Mevcut öğrenci ve öğretim elemanı sayılarına göre, Türkiye'nin öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı bakımından OECD ortalaması olan 16'ya ulaşabilmesi için, 20 bini doktoralı öğretim üyesi olmak üzere yaklaşık 45 bin öğretim elemanına ihtiyacı vardır. Gelecek on yıldaki büyüme tahminleri ve tahmin edilen bu büyümenin yüzyüze programlarda olması gerektiği hususu düşünüldüğünde, ihtiyaç daha da kritik bir hal almaktadır. Bu çerçevede, Türkiye'nin OECD ülkeleri ortalamasına erişebilmesi için, önümüzdeki beş yıl boyunca her yıl yaklaşık 18.500 öğretim elemanı sisteme dâhil edilmelidir.
Öğretim üyesi açığını telafi etmenin yolunun daha çok nitelikli doktora mezunu yetiştirmekten geçtiğinin ve Türkiye'deki doktora mezunu sayısının, benzer büyüklükteki diğer OECD ülkelerine kıyasla az olduğunun ifade edildiği raporda, durum şu örnekle açıklanmaktadır: Türkiye'de yılda yaklaşık 4.500 civarında doktora mezunu verilirken; ABD'de 61 bin, Rusya'da 27 bin, Almanya'da 25 bin, Japonya ve Birleşik Krallık'ta 17 bin civarında doktora mezunu verilmiştir. Mevcut durumdaki öğretim üyesi açığı ve bundan sonra devam edecek olan büyümenin yüzyüze programlarda olması beklendiği dikkate alındığında, önümüzdeki on yıl zarfında, nitelikli doktora mezunu sayılarının kademeli olarak üç katına çıkarılmasına, bir başka ifadeyle her yıl 15 bin doktora mezununa ihtiyaç bulunmaktadır. Raporda aynı zamanda sadece niceliksel artışla yetinmeyip, Türkiye'de doktora eğitiminin niteliksel bakımlardan da gözden geçirilmesinin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Bu durumun en anlamlı göstergelerinden biri, akademik yayınlardır. Dünya akademik yayın sayısı sıralamalarında Türkiye 20. sırada yer alırken, bu yayınların etki değeri bakımından 37. sırada yer almaktadır.
İster nitelikli doktora sayısını arttırmaya çalışalım, ister daha çok araştırma görevlisi istihdam etmeye çalışalım, sistemin önündeki en büyük handikaplardan biri Türkiye'de şu anda öğretim elemanlarının özlük haklarının son derece dezavantajlı bir durumda olmasıdır. Akademisyenlerin özlük haklarının, ister Türkiye ister dünya bağlamında kıyaslama yapılsın, son derece düşük bir durumda olduğunun belirtildiği raporda, akademisyenlik mesleğinin cazibesini yitirdiği, akademisyenlerin motivasyonlarının olumsuz etkilendiği, öğretim elemanı açığını kapatmanın ve en önemlisi nitelikli beyinleri akademiye çekmenin zorlaştığı ifade ediliyor. Akademisyenlik mesleğinin cazibesinin artırılması ve akademisyenlerin yüksek motivasyonlarla çalışabilmeleri için, eğitim öğretim yükünün makul düzeylere çekilmesi, araştırmaya ayrılan zamanın artırılması ve maaşlarının tatmin edici düzeye yükselmesi gerekmektedir. Bu adımlar, en nitelikli beyinlerin akademiye çekilebilmesi, eğitim, araştırma ve yayın kalitesinin artırılması, akademisyenlerin ekonomik nedenlerle aşırı ders yüküne ve ikinci öğretim programlarına bağımlılığını azaltmak için kritik değerdedir. Raporda öğretim elemanlarının özlük haklarında iyileştirmeye gitmenin ve akademisyenliği tekrar cazip hale getirmenin Türkiye'nin 2023 hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi bakımından da zaruri olduğuna vurgu yapılıyor.
III. YÜKSEKÖĞRETİMDE ULUSLARARASILAŞMA
Raporda odaklanılan temel stratejik alanların üçüncüsü ise Türkiye yükseköğretim sisteminin her bakımdan ve bütün boyutlarıyla uluslararasılaştırılması hedefidir. Önemli bir insan kaynağı ve tarihsel birikimi olan ülkemizin bu konumunu zenginleştirecek ve diğer ülkelerle etkileşimini artıracak temel alanların başında yükseköğretim kurumları gelmektedir. Ülkemizin dünyadaki etkisinin artışı, normalleşen demokrasisi, kültürel birikimlerinin yayılımı ve ekonomik büyümesi yükseköğretim alanımızı da çevresiyle ve dünya ile giderek artan bir diyalog ve etkileşime sokmuştur. Türkiye yükseköğretim alanı Türkiye'nin yumuşak güç unsurlarından biri haline gelmiştir.
Raporda Türkiye yükseköğretiminin uluslararasılaşma konusundaki mevcut durumu şöyle tanımlanmaktadır: Türkiye'de yükseköğrenim gören uluslararası öğrenci sayısı 2006 yılında 16 bin iken, 2013 yılına gelindiğinde üç kattan fazla artarak 47 bine, Nisan 2014 itibariyle ise 55 bine ulaşmıştır. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesinde okuyan yabancı uyruklu öğrencilerde dahil edildiğinde bu sayı 70 bine varmaktadır. Türkiye üniversitelerinde 2012 yılı itibariyle 1.700, Nisan 2014 verilerine göre ise 2600 civarında uluslararası öğretim elemanı görev almaktadır. Erasmus programı ile 2004-2012 yılları arasında gelen öğrenci sayısı 28 bin, giden öğrenci sayısı 71 bindir; Gelen öğretim elemanı sayısı 11 bin, giden öğretim elemanı sayısı ise 16 bindir. Yükseköğretim Kurulu, kısa dönemli öğrenci ve öğretim elemanı hareketliliğini Avrupa dışı coğrafyalara da genişletmek amacıyla, Mevlana Değişim Programını başlatmıştır. İlk uygulanma dönemi olan 2013-2014 eğitim-öğretim yılı için, 1.000'e yakın öğrenci ve 1.000'e yakın öğretim elemanının sistemden yararlanması sağlanmıştır. 2009'dan bu yana yaklaşık 6 bin öğretim elemanı Yükseköğretim Kurulunun yurtdışı araştırma desteklerinden faydalanmıştır.
Yıldan yıla artan bütün bu göstergelere rağmen Türkiye henüz dünyadaki konumu ve etkinliği oranında bir yükseköğretimde uluslararasılaşma haritasına kavuşamamıştır. Türkiye yükseköğretim alanının uluslararasılaşması, sadece ülkemizin bölgesel ve küresel konumuna katkı yapması açısından değil, aynı zamanda üniversite anlayışının her bakımdan zenginleşmesine, üniversitelerimizin eğitim-öğretim ve araştırma kalitesinin gelişmesine vasıta olması bakımından da anlamlıdır. Türkiye'nin uluslararasılaşma stratejisini, bölgesel gücü ve küresel hedefleri doğrultusunda oluşturması gereklidir. Bu bağlamda yalnızca yakın coğrafya ve kültür havzalarıyla değil, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri ile de yükseköğretim alanında ilişkileri geliştirmek Türkiye için gerçekleştirilebilir bir stratejidir. Hedef, yeni başlayan bu uluslararasılaşma eğiliminin Türkiye yükseköğretiminin gelecek vizyonu içerisinde merkezi bir yerde olmasını sağlayacak mekanizmaları oluşturmak, Türkiye'nin dünyadaki konumuna uygun, ekonomik ve dış politika hedefleriyle uyumlu bir seviyeye çıkarmak, uzun vadeli başarısı için ülke içinde kurumsallaşmasını ve dünyada markalaşmasını sağlayacak önlemleri almak, çok boyutlu ve çok taraflı bir politikayı konunun bütün paydaşlarıyla entegre bir şekilde yürütebilmektedir. Raporda yukarıda değinilen hedef doğrultusunda oluşturulan ‘studyinturkey.gov.tr' projesine de vurgu yapılmaktadır.
Kaynak.: YOK
Rapora erişmek için tıklayınız.