Çorum Valiliği, Hitit Üniversitesi ve Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün ortak olarak düzenlediği Hitit Söyleşi Günleri kapsamında 25 Şubat 2013 Pazartesi günü, saat: 14:00'de, Turgut Özal Konferans Salonunda "Eski Kültürler ve Günümüzdeki Etkileri" konulu panel gerçekleştirilmiştir.
Hitit Uygarlığı Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet ÜNAL, moderatörlüğünde gerçekleşen panelin konuşmacıları; Yrd. Doç. Dr. Özlem Sir GAVAZ, Yrd. Doç. Dr. Hatice Kübra ENSERT ve Araş. Gör. Dr. Hamza EKMEN di.
Prof. Dr. ÜNAL açış konuşmasında; "Dünyada her şey gibi tarih dediğimiz geçmiş de insan ürünüdür ve onun için vardır. Çıkarcılık esasına göre ondan çıkar sağlar, sömürür. Hep söyleriz, tarih bir aynadır, arada bir ona bakar, dün nasılmışım, bugün nasılım, yarın nasıl olacağım diye sorarız. İnsanlığı bir ağaca benzetirsek, geçmiş onun kökleri, gövdesi ve dalları şimdiki anı, uçlarındaki filizler de yarınıdır. İnek Neolitik ve Kalkolitik çağlarda Anadolu otlaklarının daha yeşil ve bereketli olduğunu bilmiyor olabilir, ama insan aynı devirde dağ bayır her tarafın orman ve av hayvanlarıyla dolu olduğunu bilmeli ve niçin bu hallere düştüğünü sorgulamalıdır. Örneğin Hitit krallarının sofralarından eksik olmayan yaban hayvanı etlerinin bugün niçin bulunmadığını sorgulamalı, olumlu olumsuz nedenleri üzerinde durmalıdır. Kökleriyle bağını koparmış, onu tanımayan, onu beslemeyen ağaç yaşayamaz, kurur gider.
Geçmiş sadece kahramanlıklara böbürlenmek, ören yerlerini para karşılığı ziyarete açmak veya yitirilmiş değerlere hayıflanmak için anılmaz. Mühim olan, ondan alıp özümsediğimiz, yani yaşattığımız ve daha iyi, daha güzel yapmaya çalıştığımız maddesel ve kültürel değerler çok daha önemlidir. Tek tek bireyin bu değerleri alıp devam ettirmesine imkân yoktur. Bu bir kollektif çalışma işidir. Nasıl ki geçmiş değerler fertlerden çok toplumların ürünüdür, onları devralmak ve devam ettirmek de toplumların görevidir. Eğer devlet, din ve onların empoze ettikleri değer yargıları gibi toplumlara hükmeden güçler önderlik etmezlerse, geçmişle ilişkiler kopar, „mükemmeliğe ulaşıncaya kadar ebediyete ilerleyen tarih ve uygarlık“ durur, sil, yaz yeni baştan başlar. Eğer bir Atina, Kahire, Roma, İstanbul, Ankara geçmişin izlerini taşımıyorsa, o zaman dağdaki çobana veya Boğazköy’deki köylülere niçin çadırlarda ve derme çatma binalarda oturuyorlar diye kızamayız.
İran, Irak, Suriye, Mısır, Yunanistan ve Roma gibi Akdeniz havzasında eski uygarlıklar beşiği ülkelere baktığımızda bir çok konuda bir süreklilik olduğunu, eskiyle bağların koparılmadığını görürüz. Ortaçağda kopar gibi olan bağlar, Rönesans ve Reform çağında tekrar tamir edildi, uygarlık meşalesi ileriye doğru taşınmaya devam edildi.
Bugünkü panel konumuzu oluşturan Anadolu’ya baktığımızda hayal kırıcı bir kopukluk ve süreksizlikle karşılaşıyoruz. Kentleşmeden mimariye, edebiyata, müziğe, mutfak kültürüne, sanata, dinî inanışara, tıbba ve diğer doğa bilimlerine, el sanatlarına, felsefeye varıncaya kadar her alanda ampütasyon olmuş. Öyle ya, niçin Çorum’da veya Sungurlu’da Boğazköy-Hattuša’nın Büyük Tapınağı kadar büyük, sağlam ve taştan bir yapısı yoktur, Anadolu’nun diğer uygarlık beşiği ülkelerden farkı nedir diye soruyoruz. Berlin, Paris, Barcelona, Madrid, Lizbon, Londra, Waşington, Sidney gibi saydığım eski uygarlıklar beşiğinde bir karış toprakları bile olmayan ülkelerdeki insanlar ve kentler değerlerden bir çoğunu almış, uygulamış ve geliştirmişken, bu güzel mirasın tam üzerinde oturan bizler niye bundan nasibimizi almamışız gibi çarpıcı bir durumla karşılaşıyoruz" şeklinde açıklamalarda bulundu..
Konu çok uzun, ama kısaca şöyle özetlenebilir. Birincisi, Anadolu’nun meşhur köprü konumu, yani bir yol geçen hanı olmasıdır. Bir bakıma sil, yaz yeni baştan gibi bir şey söz konusudur. Ama köprü konumu biraz abartılmakta ve tüm kopuklukları açıklamaya yetmemektedir; tüm uygarlıklar böyle değildir. Meselâ Hititler Eski Tunç Çağı insanlarından aldıkları meşaleyi söndürmemişlerdir. Iyonyalılar her şeyi daha fazlasıyla öteye, ileriye taşımışlardır. Geriye değişen çevre, insan yapısı, devlet sistemi ve inanışlar kalmaktadır. Bunun açık örnekleri, Eski Anadolu kentlerinde görülebilir. Aynı topraklar üzerinde yaşamış ve yanlışlıkla "Rum" denen insanların mimari başta olmak üzere diğer alanlarda Müslüman toplumlardan daha ileri oldukları görülmektedir. Bugün onların oturdukları veya yaptıkları konaklar olmasa, bir çok Anadolu kentinin içine bile girilmez. Kültür tarihinde "vakum" dediğimiz boşluk ortadadır. Boşluğun içi diğer değerlerle doldurulamamakta, günümüze kadar ulaşan keşmekeşliğe, krizlere neden olmaktadır. Öyle ya, eskiyi almamışsın, yerine de bir şey koyamıyorsun. Bunun acıları her alanda hissediliyor. Dostoyevski insanın en çok korktuğu şeyin yeni bir adım atmak, yeni bir kavram kullanmak olduğunu yazar. Burada parmak bastığımız nokta yeni değildir, "Anadolulu Olabildik mi? " başlıklı kitaplara bile konu olmuştur. Evet bir kopukluk, bir ampütasyon söz konusu. Bu fecaat nasıl, niçin ve ne zaman ortaya çıkmaya başladı, sosyolojik yöntemlerle dikkatlice araştırılmalıdır. Bizim burada sunacağımız, sadece benzerliklere dikkat çekmektir. Devamsızlıkların kökenlerine inemeyeceğiz. Benzerlikler maalesef umulduğundan çok azdır., Üç genç degerli meslakdaşım size bu devamlılık ve benzerliklerin neler olduğunu anlatacaklar." şeklinde açıklamalarda bulunan Prof. Dr. ÜNAL’dan sonra söz alan paznelistlerden;
Dr. Kübra ENSERT, "Eski Anadolu’da Müzik ve Günümüze Etkileri" başlığı altında Eski Anadolu’da müziğin bugün de olduğu gibi dinî ve gündelik hayatın bir parçası olduğunu, zil ve tef gibi kendinden tınlar, def, darbuka ve davul gibi vurmalı, saz gibi telli ve çifte kaval ve kaval gibi üflemeli çalgıların bugün hâlâ kullanılmaya devam ettiğini,
Dr. Özlem SİR GAVAZ, “Hititlerde Halk İnanışları” başlığı altında halk inanışlarına (folklor) değinecek, yağmur duası, Çiğdem Bayramı ve çiğdem gezme, üçgen formunun kullanıldığı yerler ve muska, beşik kertmesi, başlık parası, kız isteme merasimi, söz kesme ve nişan, levirat ve iç güveysi gibi uygulamaların Hititlerden günümüze aktarılan önemli kültürel miraslar olduğunu,
Dr. Hamza EKMEN, "Eski Anadolu'da Giyim Kuşam ve Günümüze Yansıyanlar" başlığı altında Anadolu’da ilk yerleşimcilerden itibaren günümüze ulaşan birçok öğe içerisinde giyim kuşamın önemli bir yeri olduğunu, en eski sakinlerinden itibaren kendine has tarzda üretilen birçok giyim kuşam öğesinin belki farkında olmadan yaşadığımız ve geçtiğimiz yüzyılda devam ettiğini gösterecektir. Bunlar arasında halaylarda kullanılan mendilin, günümüz kadınlarının aksesuarları arasında yer alan, küpe, bilezik ve halhalların, başlıkların, kadın ve erkek kıyafetlerinin özellikle şalvarın günümüzde çok az değişikliliğe uğrayarak kullanıldığı yönünde açıklamalarda bulundular.